Gittim... Gördüm... Yazdım...

Yıllar önce, 2003 yılının Nisan ayıydı. Teknolojiye direnmeyi maharet sanan şahsım da_ha dijital dünyasına çok uzak, negatif ve pozitif film dönemi. Her kareyi ellerim titreyerek çekiyor, banyo yaptırıyor sonra da heyecanla fotoğrafları hızla elden geçiriyorum. Bir fotoğraf sitesinde gördüm.

" Leylekleri ve Laleleri ile ünlü Beyşehir'in Yeşildağ kasabası...." diye alt satırında tarifi bulunan lale tarlası fotoğrafını.

Hemen takip eden ilk Cumartesi sabah erkenden arabaya atlayıp soluğu aldık mı Beyşehir'de. Beyşehir parkı daha yapılmamış, bir tepecik olarak duruyor. Balıkçı teknelerinin yanında Bodrum'da, Marmaris'te görmeye alıştığımız gezinti tekneleri demirlemiş ilçe girişindeki köprünün hemen altındaki beton iskelede.

Kahvaltı için iskelede uygun bir yerde oturup açık turkuaz renkli gölü seyrediyoruz hiç görmemiş gibi. Fakat asıl gözümüz gölün tam karşı tarafında, tepesinden ayak bileklerine kadar bembeyaz, piramit gibi sivri duran dağda, alamıyoruz.

Adın ? " Anamas.."
Soyadın ? " Dedegül - göl ! "

Yeşildağ kasabası şehir merkezinden 30 km batıda. Yol Beyşehir gölü boyunca, kıyıdan ve Anamas sürekli görüntüde. Sürekli duruyor fotoğraflar çekiyor, devam ediyorum. Sonra bir daha, bir daha, bir daha..

Beyşehir halkı alışkın, boynunda fotoğraf makinesi ilçelerine akın akın gelen fotoğrafçılara. Gün batımının en güzel fotoğraflandığı yerlerden birisi Beyşehir.

Her neyse uzatmayayım. Yeşildağ kasabasında Lale filan yok. Leylekler de gecikmişler, kasaba halkını pek endişeli gördük " nooldu bu leyleklere.." Topladık tası tarağı döndük yine Beyşehir'e. Hiç değilse orada insanı keyiften uçuran bir dağ manzarası var.

2004 yılının Mayıs ayının ortalarında ilk ziyaretimi yine Beyşehir, Yeşilbağ kasabası üzerinden doğasıyla bir İsviçre kasabası görüntüsündeki Yenişarbademli'ye yaptım.
İkincisinde de yine Yenişarbademli yaylasına kamp attım. Sonra üçüncüsü, dördüncüsü..derken bu sene yedinci gidişimle bir bakmışım ki bu coğrafyanın bağımlısı olmuşum.

Nasıl olmayayım. İçinde yeşilinden mavisine genç-yaşlı sedir ağaçlarının, sarı çamların, köknarların, boy boy meşe ağaçlarının bulunduğu, ormanın bittiği noktadan itibaren her adımda öbek öbek zahter kekiklerinin, ısırganların sahne aldığı, her vadisinde ayrı bir derenin uğultular eşliğinde aktığı harikulade bir coğrafya var içine girdiğimde başımı döndüren.

Eğer bulut kümeleri tepesine çörüklenmemiş ise gözleriniz birbirinden farklı birkaç yeşil tonu aşıp başı karlı Dedegül zirvesini bulduğunda, Beyşehir'in Kurucaova beldesinden 4-5 km içerisindeki ormanda, 1250 rakımlı kamp alanımızdan baktığımızda öyle heyecan verici atmaya başlıyor ki kalbiniz .

Yaşlı, yüksek sedir ağaçlarının gölgesindeki kamp yerimizin 500 metre güneyindeki yayla faal. Otomobil tekerli at arabalarını minik minik eşeklerin çektiği köylüler sabahları erkenden önceki akşamdan sağdıkları sütü Kurucaova'ya götürüyorlar birbirleriyle yarışırcasına, peş peşe hemen çadırlarımızın 3-5 metre ötesinden geçen toprak yoldan. Bir şen şakraklar. Takılıyorlar bize ve hep gülüyorlar. Hal ve hatır soruyorlar.

Kamp yerimiz Dedegül zirvesinin güney-doğusuna düşüyor. Yürüyüşe başladığımızda önce orman içindeki kamp yerimizin güneyindeki yaylaya uğruyoruz. Yayla, bizim batısından doğusuna Karadeniz'de gördüklerimizden değil. Orman çok özellikli ve yerleşim yasağı bulunan bir orman olduğu için yaylalıların konakları derme çatma tahta direkler ve etrafı çevrili naylonlardan yapılma. Geniş bir çayırlık var. İki ayrı kaynaktan buz gibi su çıkıyor. Bir tanesinin başına dört kollu çeşme yapmışlar. Su öyle lezzetli ki, şerbet gibi. Her iki kaynaktan çıkan su birkaç yüz metre içerisinde daralan bir kanal içerisinde Kurucaova'ya gidiyor. Ona birkaç metre sağında yukarılardan gelen zayıf bir dere eşlik ediyor. Kuzey batı yönünde duran Dedegül zirvesine giden en kestirme yol dağın Güney-doğusundaki dereden çıkmak ve o noktaya ulaşmak için önce yangın gözetleme kulesinde biten orman yoluna giriyoruz. Yangın gözetleme kulesinde biten orman yoluna da yine yukarılardan gelen başka bir su kanalını takip ederek ulaşıyoruz. Zirvenin eteklerindeki kaynaktan çıkan suların oluşturduğu derenin yol ile birliştiği yerden derenin sağında, birkaç metre yukarıdaki orman içinde bulunan patikaya tırmanıyoruz. Artık arada zayfılasa da sürekli patikayı kullanarak zirvenin eteğindeki son yaylanın bulunduğu derenin güneyindeki sırta kadar rahatız. Dedegül zirvesi her ne kadar arada tepesi bulutlansa da karşımızda kendisini göstermekten çekinmiyor. Sırt önümüzde kendini gösterip sağa yönelidiğimizde birlikte yürüdüğümüz solumuzdaki derenin kaynağı oldukça aşağımızda kalıyor. Tepeye çıktığımızda sağındaki dere ve yatağında kurulmuş yaylayı görüyoruz. Bu dere kapı ile karagöl arasındaki bir kaynaktan çıkan sulardan besleniyor. Doğrudan zirveden gelen kollar da var. Bir süre sırtı batı yönünde izliyor sonra da kuzeye dönüyoruz. Dereyi kesip sağdaki yükseltiye tırmıyoruz. Artık o andan itibaren yaptığımız faaliyeti tırmanış olarak adlandırabiliriz. Çünkü 500 metre'de 300 metre dikey bir yükseliş arkasından ikinci 500 metrede kapıyı da geride bırakan 400 metre dikey yükseliş ve buzulu geçtikten sonra da asıl darbe son 200 metre neredeyse 70 derecelik eğimde gerçekleşiyor.... devamı zirve.

Zirve çıkışında zemin taşlık. Özellikle son 100 metre tam çarşak. Tırmanışı güçleştiriyor.

Tırmanışın en keyifli bölümü kapı adını verdiğimiz kayalık geçitten sonraki yükseltide başlıyor. Açık turkuaz renkli Beyşehir gölü ayağımızın altında. Her molada gözümüz nefes kesen manzarada.

Beyşehir Gölü’nde çoğunlukla Bizans dönemi manastırlarının yer aldığı yaklaşık 20 tane ada bulunuyormuş. Hiç bilmiyordum fakat bu özellik, adaları “İnanç Turizmi” açısından çekici yapıyormuş. Özellikle manastır kalıntılarının bulunduğu Mada Adası, Kızkalesi Adası, Manastır Adası, Hacı Akif Adası, Kızıl Ada, Akburun Adası, Kirse Adası ve Kuş Kondu Adası; yerli ve yabancı turistlerin tekne turlarıyla gezip-görmek istedikleri en ilgi çekici yerlermiş.
Adalar arasında en büyüğü olan Mada Adası’nda 1940 yılına kadar, Rusya’dan göç eden Don Kazakları yaşamışlar. Bu ada gölün İsparta sınırları içerisende, Şarkikaraağaç açıklarındaymış.

31 Mayıs Cumartesi günü saatlerimiz 08;20 yi gösteriyorken başlayan yolculuğumuzda Reha ve Koray abi 13:30, Malkoçoğlu, Cenk, Ayfer ve Sibel 13:45 sularında zirveye ulaştılar. Adem, Hasan, ben ve İffet de 14:15 civanyanında kendimizi zirveye atabildik.

Dinlenme, İffetin meşhur kurabiyesi, Adem elinden kahve, Koray abiden lokum molasının ardından 14:55'de inişe başlıyoruz. Kapıya geldiğimizde güney yönünde yan geçişle iki tepe arkadaki Karagöl'e ulaşıyoruz. Karagöl yolundayken zirvede hava kapatıp hafif yağmur atıştırıyor, yağmurluklarımızı kuşanıyoruz.

Karagöl'de onbeş dakika mola veriyoruz. Mola sonrasında gölden ayrılan patikayı izleyerek önce terkedilmiş yaylaya ulaşıyoruz. Yayladan sonra sedir ormanı başlıyor. Mecburi olarak dik inen patikada gurup harikulade bir tempo ile yürüyerek sabah, yürüyüşümüzün başındaki orman yolunda rahat nefes alıyor ve saat 19:00 sularında kamp alanımıza ulaştığımızda 1250 metreden 2998 metreye 8 kilometrede çıkmış ve 2998 metre yükseklikteki zirveden 2350 metre yükseklikteki karagöl'e ve oradan da 1250 metredeki kamp alanımıza 9 kmde dönmüş oluyoruz.

Her seniyesi birbirinden güzel geçen etkinliğimizde birlikte yürüdüğüm, iki gün geçirdiğim bu çok özel arkadaşlarımı tanımaktan onur duyduğumu bilmenizi isterim.

Kucak dolusu sevgiler.. 

02.06.2014. Ergün Erdem